Salı, Mayıs 27

Yağmurla aramda bir bağ var ki benim...

Tamamen kafayı yemediysem eğer, yağmurdan...




Küçükken, deli olurdum yağmur yağdığı zaman. Hemen kendimi dışarı atıp, damlaların altında salak salak dolaşmak en büyük eğlencemdi. Ama annem neredeyse hiç izin vermezdi buna. O zamanlar çamaşır makinemiz yoktu ve annem için benim dışarı çıkmam ekstra ıslak ve çamurlu kıyafetler demekti. Gökgürültüsünü her duyduğumda Pavlov'un iti gibi koşullanır, kudurmuş bir şartlı refleksle bir cama koşar bir anneme yalvarırdım. Sonuçta izin alamayınca da camın önüne tüneyip boynumu büker, ağlamaklı gözlerle dinene kadar yağmuru seyrederdim... Neydi beni her yağmurda büyüleyerek dışarı çeken? Hiç bilmiyorum...

Yıllar geçti. Hayli büyüdüm. Çamaşır makinemiz var artık. Annem de karışmıyor hiç. Ve ben o günlerin esaretine inat ne zaman duysam gök gürlemesini ya da su sesini hemen atıyorum kendimi dışarı. Nerede olursam olayım. Saat kaç olursa olsun. Hele ciddi bir yağmursa yağan. En geniş su birikintilerine sıçrayarak atlıyor, ayakkabılarım su dolana kadar bu oyundan hiç vazgeçmiyorum. Bir tür intikam hissi mi acaba bu? Kimbilir...

Aradığım bir şey var yağmurda kesin. Ne olduğunu hala bilmediğim bir şey. Ama var. Bazen yağmur bana bütün sorunları çözecekmiş gibi geliyor. Yağmur altında yapılacak tek bir konuşma bütün yanlış anlamaları ortadan kaldıracak gibi geliyor bazen. Mecburiyetler, imkansızlıklar, kızgınlıklar... Yağmur değince üzerlerine hepsi, hepsi halledilebilecek gibi geliyor. O yüzden de bir umut diyerek belki de, yağan hiçbir yağmurun bensiz yağmasına tahammül edemiyorum...

Az önce başladı yağmur..

Yazı Ali Lidar'a, fotoğraf bana ait...