Salı, Aralık 27

Ben adam olmam!

Sırtımdaki ağrıların sebebi,
inatla atmadığım yüklerim olabilir mi acaba?

Cuma, Aralık 23

Bekleyiş

Sıkıntılı günler geçiriyoruz.

Süreci sıkıntılı yapan, baştan yapılan yanlış tercihten ziyade, sonun ne olacağı ve olursa ne zaman olacağının belirsizliği...

Bazı sıkıntılar vardır ki, insanlardan götürdükleri yetmezmiş gibi, sağlıklarını da alır beraberinde...
İşte bu yüzden beni korkutan sonu değil aslında...

 Sağlığımız yerinde oldukça, ele ele verip, birbirimize destek oldukça, üstesinden gelemeyeceğimiz sıkıntı var olabilir mi hiç?!

Biri bunu benim MİMARıma anlatabilir mi?


Yeni Türkü dememiş miydi:

Ne geçmiş tükendi ne yarınlar
Hayat yeniler bizleri
Geçsede yolumuz bozkırlardan
Denizlere çıkar sokaklar

Fotoğraf bana ait.

Salı, Aralık 20

Gökten 3 elma düştü

Dün akşam uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla ani bir kararla buluştuk. Sorunlarımızdan bahsettik önce... Sonra bir ara bana dedi ki;

- Ne güzel, çalışmak gibi bir özgürlüğün var!
- Yanılıyorsun. Benimki özgürlük değil zorunluluk. Eğer sen şu anda çalışıyor olsaydın, asıl seninki özgürlük olurdu.
- Haklı olabilirsin ama konuya baktığımız yerler farklı!

1.ELMA
Konumun ne olursa olsun, sen kendini nerede görürsen gör, karşındakinin seni konumlandırdığından öte değilsin.
Ya da...
Biz mağdurum demeyi seven bir milletiz!

  

- Eeee, nesi varmış?
- Varmış işte bir şeyleri. Bu onun özeli, nesi varsa var!
- Eşinden mi şikayetçi, çocuğundan mı? Evlilik mi ağır gelmiş, çalışmamak mı?
- ........

2.ELMA
İnsan kendi içinde olmayınca, kendisi yaşamayınca, bir başkasının halinden anlamıyor.
Ya da...
Kişi karşındakini yargılamadan önce biraz olsun anlayabilmek için empati kurabilmeli. En azından buna çabalamalı...

 

Arkadaşım sayesinde reklam duayenlerinden birini tanıma şansım oldu.
Bana sohbet sırasında dedi ki;

- Kendin için ne yapıyorsun?
-  Çocuğum var (gülüşmeler), blog yazıyorum, amatörce fotoğraf çekiyorum ama isterdim ki şarkı da söyleyebileyim.
- Yap o halde! Ortalık şarkıcı kaynıyorken, sen neden yapamayasın!

Ayrıntısına girmeyeceğim, konuyla ilgili çok şey söyledi, bayağı uzun konuştuk.

3.ELMA
Bir şeyi istemek başarmanın yarısı olabilir. Ama başarmak istiyorsan gerçekten yapman gereken en önemli şey adım atmak. Oturduğun yerden istemekle olmuyor hiç bir şey!
 
 

 SONUÇ: Az kaldı, başınıza ekşiyeceğim :)

Pazartesi, Aralık 19

Çok şey var!

Bir şeyler yazasım var...

Hakkımda kendimin bile bilmediği,
bilmek istemediği...

Bilinipte söylenmeyenleri...

Çok şey var yazılası...

ama bir yandan da...

Kayda değer hiçbir şey yok...
anlatası...


Her zaman ki ben işte!

Perşembe, Aralık 15

Cümle bitti!

Sevdiğim mp3lerden bir cd hazırlamıştım geçenlerde. Arada bir gidip kalıyorum diye de babamın arabasına konuşlamıştım onu (müzik zevklerimiz pek uymaz da).

Sabah babamla birlikte çıktık ve ben cdyi taktım. Hiç sorunsuz dinledik beraber.
Cem Karaca'nın "Son olsun" şarkısına geldi sıra.

Bu şarkıyı her dinlediğimde düşündüğümü babamla da paylaştım:
"Sadece 5 kısa ama öz cümleyle ne kadar güzel bir şarkı yapmış baksana! Eski şarkıların hemen hemen hepsi böyle. Kısa ama ne demek istendiği net olan, güzel anlamlar ifade eden, insanı duygulandıran şarkılarmış. Hala zevkle dinleniyor olmalarının en büyük sebebi bu... Halbuki şimdikilerin çoğu hep piyasa tipi denilenlerden. Cümlelerin de, bir araya getirdikleri dizelerin de bir anlamı yok!"

Önce bir durdu, sonra da "Ama şimdikiler de haklı bir yerde." dedi babam.
"Eskiler tüm güzel kelimeleri kullanıp, olası tüm güzel cümleleri kurup, mümkün olan en güzel şarkıları yapmışlar zaten. Şimdikilere bir şey kalmamış ki!"

Hamiş: Dedesine bak, torununu al!!!


Önceden Cem Karaca'nın bahsedilen şarkısını yayınlamış olduğum için, şimdi bu şarkıyı koydum. Bayılırım bu şarkıya da...

Pazartesi, Aralık 12

Tesadüfen



Son zamanlarda pek bir şey yazmamışım kendimle ilgili. Hep kaçamak girişler yapmışım.

Buraya yazdıysam kendime de itiraf etmişimdir zaten.

Yani ben aslında kendimden kaçıyorum...

Yakalarsam ne ala...


Fotoğraf bana ait...


Cumartesi, Aralık 3

Kendime kurduğum tuzaklar

Sabah kalkıp
evimden çıktım
Kaldırımda bir çukur varmış görmedim,
Düştüm.

Ertesi sabah kalktım,
evimden çıktım.
Kaldırımda bir çukur olduğunu unutmuşum,
içine yuvarlandım.

Üçüncü gün,
Kaldırımda bir çukur olduğunu hatırlamaya çalışarak
çıktım evden.
Hatırlamadım ne yazık ki,
yine düştüm.

Dördüncü gün,
kaldırımdaki çukuru hatırlamaya çalışarak
çıktım evimden.
Çukuru hatırladımsa da kuyuyu görmemişim,
içine düştüm.

Beşinci gün,
evimden çıktım.
Kaldırımdaki çukuru aklımdan çıkarmayarak
gözlerimi yerden kaldırmadım.
Gördüm çukuru görmesine de,
yine de düştüm.

Altıncı gün,
evimden çıktım.
Kaldırımdaki çukur aklıma gelince,
bakışlarımla aradım,
gördüm,üzerinden atlamayı denedim
ve içine yuvarlandım.

Yedinci gün,
evimden çıktım.
Çukuru gördüm.
Bir adım geriledim,
atladım,
ayak uçlarım karşı kıyıya değdiyse de yetmedi
kendimi içinde buldum.

Sekizinci gün,
evimden çıktım,
çukuru gördüm,
bir adım geri attım,
atladım,
Ve karşı kıyıya vardıım!
Öylesine mutluydum ki başarmaktan,
sevinçten zıp zıp zıplayarak kutlarken,
bir kez daha kendimi kuyuda buldum.

Dokuzuncu gün,
evimden çıktım,
çukuru gördüm,
bir adım geri attım,
atladım
ve yoluma devam ettim.

Onuncu gün,
yani tam da bugün,
birden farkediverdim ki,
çok daha rahatmış karşı kaldırımdan yürümek.

"Jorge Bucay; Düşündürücü Hikalyeler; Butik Yayıncılık, 1999"

Perşembe, Aralık 1

Benzemek


Babam bana çok sık "Bana benziyorsun, senin iş, para yönünden şansın aynı benim gibi!" derdi...

Düşünsenize, para kazanmak için çok çalışmak lazım inancının yaklaşık 17 yaşından beri kafama nasıl kazındığını....

Bir süredir farkındayım, gerçekten ona benziyorum.
Çoğunlukla çok çalışıyor ama "ancak" kazanıyorum...

Ama babam abarttı...
Herkesi o ayakta tutmaya çalışıyor,
herkes onun sayesinde ayakta kalabilir sanıyor...

Onun hayata tutunmak için ihtiyacı olan bu belki de...
Ben ona bu kadar benzemek istemiyorum ama!

Sirikuzu; bak bu sefer haklısın...

Her an kalp krizi geçirebilirim...!!!

Not: Fotoğraf bana ait...

Perşembe, Kasım 24

Büyülü dünya

Şimdilerde eskisi kadar yapamasamda, bugüne kadar bir çok film seyrettim.

Bende yer etmiş filmler sayılıdır. Bunlardan biridir Aşkın Gücü. Başrolünde Robin Williams oynar. Gerçek aşkın öldükten sonra da devam ettiğine dikkat çeken bir filmdir ve öte dünyada sadece düşünce gücüyle yapamayacağız hiç bir şey olmadığının...

Keşke bu dünyada da düşünce gücümüzü kullanabilseydik. Kendimizi kötü hissettiğimiz anlarda etrafımızı güzelleştirip, o olumsuzlukları yok edebilseydik.

Mesela ben, tek bir el hareketimle önümde bir papatya tarlası oluşturabilseydim. Aralarına gelincikler serpiştirebilseydim. Salkım söğütler kondursaydım 3-5 tane. Saçlarımı belime kadar uzatıp, turuncuya çevirip, yanaklarıma çiller kondurabilseydim. Üzerimde de tülden beyaz bir elbise olsaydı rüzgarda uçuşan ve saçlarımda uçuşsaydı elbisemle birlikte. Huzurla, ağır ağır yürüseydim salkım söğütün gölgesine. Oturup orada, açık mavi gökyüzünün güzelliğini seyretseydim, hiç bir şey düşünmeden. Sadece anın güzelliğini çekseydim içime...




Güzel olmaz mıydı?

Çarşamba, Kasım 23

Söz uçar!

Bu aralar sesimi duyuramıyorum.

Söylediklerim kimsenin kulağına değmiyor.
Bir anlamları yok...
Bir önemleri yok...
Ne kelimelerimin,
ne de kelimelerimin bir araya getirdiği cümlelerimin...

Vakti zamanında da bu yüzden susmuştum.

 
Yine susuyorum!

Fotoğraf bana ait. Model de kardeşim...

Pazartesi, Kasım 14

Keyif!

Sabah iyi kalktım aslında. Keyfim yerinde. Üstüne giydiğim elbiseyi de yakıştırdım kendime. Buna bir makyaj lazım deyip, makyaj bile yaptım hem de...

Ama yollar... Her zaman keyifle götürmüyor seni gittiğin yere...

Yine dile getirmekte zorlanacağım. O yüzden bugün moralimi düzeltecek şeylerden bahsedeyim, olumsuzlukları görmezden geleyim...

Geçen hafta bir arkadaş, blog yazarlığımı (Tibet için açtığım blogtaki yazdıklarımı kastederek) bir şarkıya benzetti. Led Zeppelin - Stairway to Heaven!

Nesine benziyor yazdıklarım bu şarkının? diye sordum; Bu şarkıdaki gibi sakin, belirsiz ama gittikçe yükselen ivmesi ve muhteşem finali var... dedi.

Beni mutlu etmek için abarttığını düşündüğümü itiraf etmeliyim...
Görmemişin bir iltifatı olmuş, tutmuş buraya yazmış gibi olmasın diye bahsetmeme kararı almıştım ama her zaman böyle güzel iltifatlar alınmıyor bu hayatta...

Kayda geçsin, yönünü kötüye çeviren günüm, yine çark edip, güzel geçsin...



İyi haftalar hepinize...

Not: Yine kayda geçeyim; iş arkadaşım da çok güzel bir yüzük almış bana. Artık günüm iyi geçmesin de ne olsun, di mi ama?! :)

Cuma, Kasım 11

Mühim!

Kırılgan bir insanım ben. Hem kırılgan ve üstüne alıngan!

Aslına bakarsanız alınganlığın kendini birşey zannetmek olduğuna inananlardanım. Kendini fazla önemseyen insanlar yerli yersiz her şeye alınır, gücenir.

Eh işte... benim de arada bir kendimi bir şey zannedesim oluyor...

...geçer...

Perşembe, Kasım 3

Ağlamak

Ağlamak rahatlatır değil mi insanı?

Ben ağlamaya başladığım zaman, kolay kolay nokta koyamam.

İlk gözyaşım son sıkıntım için düşer...
Sonra süreç tersine işlemeye başlar...
Gözyaşları çoğalır geçmiş sıkıntılara doğru, daha da çağlar...
Ve artık neye ağladığımı unuturum...
Tek eylemim, tek isteğim ağlamak olur...

Ve bir kere ağlamaya başladım mı...
Bir süre olur olmaz herşeye gözlerim dolar...

Bak bunu yazarken bile doldu işte...


Hadi siz bu şarkıyı dinleyin, ben de gidip göz makyajımı hale yola sokayım...

Pazartesi, Ekim 31

Valley Of Flowers

  • Hiç kimse aynı anda hem aşık, hem bilge olamaz!

  • Tek atışta 25 yıllık geçmişimizi yok ettin. Bunu geleceğimize de yapma!

  • İhtiras ve huzur asla bir arada var olamaz!

  • Gerçeklik algısı alkol eksikliğine bağlıdır. O yüzden; gidip içelim!

  • Aşıklar değil, aşk sonsuza kadar yaşar!



Seyredin diyorum, başka da bir şey demiyorum!!!

Pazartesi, Ekim 24

Dizlerim acıyor!

Ben taktım mı takarım...
Bir şarkıya, bir duruma, birine...

Bu iyi bir takıntı da olabilir, kötü de...

Mesela bu aralar kendime takığım hem de kötü bir şekilde. Üstelik görünüşe göre çokta belli ediyorum.
“İki aydır bloğunda hissediliyor.” demedi mi Sirikuzu Bey?

Ben toparlayayım dedikçe, takacak, takılacak başka tökezler çıkıyor önüme... Her seferinde kalkıyorum ama iki adım atmadan, pat! bi daha!!! kalkıyorum, pat! yine!

Dizlerim yara bere içinde. Sürekli pansuman yapıyorum. Üstelik kolonya da sürüyorum, mikroplar ölsün diye, canımın acımasını dahi göze alarak hem de...

Yok yok...
Ben ya önümü göremiyorum ya da yürümeyi beceremiyorum!!!


Haftanız iyi olsun...

Fotoğraf : Deniz Nida Şener

Perşembe, Ekim 20

Sis

Bu sabah, birdenbire daldım bir bulutun içine...

Önce gördüm...
Gördüklerimin gerçekliğinden şaşkın, buluttan içeri giriverdim.
Dumanların arasından arabaya vuran,
oradan nasıl olduğunu anlamadığım şekilde yüzüme yansıyan güneş...
ve arabanın uçuyormuş hissi...

ve... o anda çalan şarkı...

Cennete olmak böyle bir şey midir acaba?


Bir gün bu kadar güzel başlayabilirdi ancak...

Teşekkür ederim... Çok teşekkür ederim...

Çarşamba, Ekim 19

Rüya

Sanki Pazartesi yazdığımın sağlamasını yapar gibiydi rüyam...


Kendime söyleyemediğimi arkadaşlarıma fısıldadım rüyayı çözerken...
Benim bununla yaşamam kolay olacak mı şimdi?

Kolay diyelim, kolay olsun...

Çözüm isteyeyim, gelsin...

Bugün okuduğum yazıların da bir anlamı olmalı...
İstediğini almak için önce sen vermelisin...

Hadi söyleyinnn, kimin çözüme ihtiyacı varrrr? :)

Bu şarkıya bayıldım. Sürekli dinliyorum.
Burada da bulunsun...



Gününüz aydın olsun...

Fotoğraf: Deniz Nida Şener

Pazartesi, Ekim 17

Kabullenmek

Bir durumu kabullenmeyişimizin en büyük nedeni, kabul ettiğimiz takdirde o gerçekle yaşamanın zorlaşmasından... Kendine yalan söylemek kolaylaştırıyor her şeyi... Yalan olduğunu bile bile üstelik...

Şarkının nakarat kısmı yeterince anlatıyor zaten...



Bu haftanın şarkısı da bu olsun...

İyi haftalar...

Çarşamba, Ekim 12

Değişim

Beraber içtikleri ilk biradan bu yana 8 ay geçmişti. İlişkileri hızla ilerlemiş, çabucak evlenmeye karar vermiş, nikah gününü almışlardı bile. Üstelik Med ve Cezir’den önceydi tarihleri!

Bu 8 aylık dönemde, Doruk’la birlikte hayatında ne çok şey değişmişti. Med’de söylüyordu sık sık. Ne kadar olumlu bir insana dönüştüğünü, mutluluğunu çevresine de bulaştırdığını. “Senin yanında artık hüzünlü olmak imkansız! Bazen hevesimi kursağımda bırakıyorsun!” demişti en son sohbetlerinde.

Sadece duygusal fırtınalarını dindirmekle kalmamış, ertelediklerini de hayata geçirmeye karar vermişti. Çok isteyipte başlayamadığı romanına başlamıştı nihayet. Akşamlarını Doruk’un yanında, babasından kalma daktiloda, romanını yazarak geçiriyordu ve tabi ki gecelerini de onun kollarında.

Biliyordu... Bu sefer gerçekten aşıktı. Her zaman söylediği gibi “bu sefer farklı”dan da farklıydı. Tarifi imkansız bir emin oluştu. Sanki aynadan yansıyan hem kendisiydi, hem kendisini tamamlayan... Eksik parçasıydı karşısındaki.



Korkuyordu, bu sefer kaybetmekten korkuyordu! Emin olmasının belki de en büyük sebebiydi bu korku...

İşyerinde akşam olmasını sabırsızlıkla bekliyor, eve dönüşünü mümkün olduğunca hızlandırıyor, ondan önce geldiyse muhakkak yemek hazırlıyordu. Emeğiyle mutlu etmek istiyordu onu. Şimdiye kadar hiç istememişti halbuki... Masayı kırmızı renklerle donatıyor, mumlar yakıyor, gözleri gözlerine kitlensin diye göz makyajını koyu yapıyor, saçlarını kabartıyor, onu seksi bulması için dekoltesi olan kıyafetler seçiyordu. Hep beğensin istiyordu kendisini. Şimdiye kadar hiç istememişti halbuki...

Evet, biliyordu...
Bu sefer gerçekten AŞK’tı yaşadığı...

Şükretti Allah’a. İlk defa. Hayatı boyunca ilk defa Doruk’u karşısına çıkardığı için şükretti...

Koltuğun üzerinde uyukalmış sevgilisini izledi uzun uzun ve romanına devam etti...

Hikayenin önceki bölümleri için tık tık...


Fotoğraf bana ait...

Perşembe, Ekim 6

Bekledim dün...

Bekledim dün...

Sakinleşmeyi, dinginleşmeyi.
Kızgınlığımın gidişine rağmen, kırgınlığımın azalmasını...

Bekledim dün...
Kulağımda sevdiğim sesleri duymayı.
O seslerin içimi açmasını, kalbimin o seslerle tekrar ritmini bulmasını...

Bekledim dün...
Akşam olmasını.
Yanında kendim olmayı başarabildiğim gözlere bakmayı.
O gözlerle birlikte masadaki bardağın dibini görmeyi...

Bekledim dün...
Evden içeri girince, içimi ısıtan sıcaklığın beni sarmasını.
Onun heyecanını ve o heyecana yenilen uykusunu paylaşmayı...


Bekledim dün...
Bugünümün dünden güzel olmasını...

Fotoğraf bana ait.

Salı, Ekim 4

Samanyolu

Bazı şarkılar vardır. Siz kaç yaşına gelirseniz gelin, içinizdeki yeri, etkisi başka olan...

Ben müziği çok severim ama sözlü olanını. Enstrümantal dinlediğim de olur ama içinde yorum varsa daha da etkiler beni. Bazılarının sözleri çok mana ifade etmese de ona eşlik eden müzikle uyumluysa, beni alıp götürebilir, gitmek istediğim herhangi bir yere...

Ruhuma hitap eden çok şarkı var... ama şimdi yayınlayacağım şarkı, ben 80 yaşına da gelsem bendeki etkisini yitirmeyecek bir şarkı...

Ben bu şarkıyla öyle çok yer geziyorum ki....



Bir gün gecikmeyle... Haftanız güzel olsun...

Cuma, Eylül 30

Oldu da bitti!

Kurtuldum artık!

Kaç yıl oldu uğraşıyordum bununla! Git, yaptır, kullan, yıpransın, acıtsın, git, yine yaptır, kullan.......
Daha ne kadar sürerdi ki bu kısır döngü...
Bir şey değil, kurunun yanında yaşta yanar misali yanındakileri de etkileyecekti neredeyse, 1ken 3 olsun, sonra uğraş dur.

Evet nihayet kurtuldum! Hem de en yakınımdakine gittim. İçten içe, belki kurtarır ümidim vardı ama haklıymışım. “Hiç tutmayalım, bitmiş bu!” dedi.

Haklıymış. Onu oradan parça parça çıkardı. Çürümek ki ne çürümek! Yine iyi dayanmış oralarda, yine iyi etkilememiş ötekileri...



Neyse, oldu da bitti maşallah...
Çok ağrıtmaz inşallah...

Çarşamba, Eylül 28

Düşünme

Bugün için kendime not:

Eğer olumlu düşünmeyi başaramıyorsan,
hiç düşünme!

Fotoğraf: Deniz Nida Şener

Pazartesi, Eylül 26

Biliyorum

Bazen... kırgınlıklarımın geçmesi zaman alabiliyor.
Hayatla, kendimle barışmam uzun sürebiliyor...
Bazen... bilsem de çaresi olduğunu sıkıntımın, farketmem zor olabiliyor...

Kimbilir;

Belki yaralarımı sarmayı bilmediğimden
ya da belki
olaylara farklı gözle bakmayı beceremediğimden.
Ama biliyorum...

Kanatlarım olduğunu...
  ve gerçekten istersem uçabileceğimi...


Gününüz aydın, haftanız güzel olsun.

Çarşamba, Eylül 21

Yola devam...

1
 

Arkamdan lise çağlarında iki genç delikanlı yürüyor. Biri yanındakine birşeyler anlatıyor. O kadar yüksek sesle anlatıyor ki, duymamak, dinlememek mümkün değil.
-    “Yani sadece erkekler mi hediye alabilir, kızlar alamaz mı?” diye sordu abi, “Alamaz tabii, o erkek işi!” dedim. “O zaman ayrılalım, ben böyle şeylere gelemem!” dedi. “Ben de bu yüzden mi ayrılacağız, olmaz öyle şey!” dedim ona, o da “madem öyle seç bunlardan birini” dedi. Ben de dedim ki.........................

“Kime neyi ispatlamaya çalışıyor bu bücür?” diyor içimdeki.
“Kimbilir onun içindeki ona neler söylüyor. Zamanla büyüyecek. Büyüyecekler. Büyüdükçe birbirlerini daha iyi anlayacaklar.” diyorum.
“.... Yoksa beni beğenmiyor musun?” diye soruyor içimdeki.
“Olur mu hiç öyle şey? Biz birlikte büyüdük. Sen bensin, ben de sen.” diyorum.
Gülümsüyor....
....Sonra sessizce yola devam ediyoruz....


2

Metrobüste nasılsa oturacak yer bulmuşum. Yanımdaki çiftin erkek olanı dişi olanı durmadan öpüyor. Kız bir yerlere tutunma derdinde. O bir yerlere tutunmaya çalıştıkça erkek kişi kızın ellerini kendi beline sarıyor. Kız tutunmaya çalışıyor, o kızın ellerini beline sarıyor... Aradan geçen kısa bir süre sonra “Nasılda sarılıyorsun bana, aynı çocuk gibi!” diyor kıza ve öpmeye devam ediyor...............

“Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?” diyor içimdeki.
“Her çiçek kendi dalında güzel!” diyorum.
“Ne alaka?” diye soruyor içimdeki.
“Bilmem, aklıma bu geldi, bunu söyledim.” diyorum.
Susuyor...
....Sonra sessizce yola devam ediyoruz....


3

Eşim pastaneye girmiş, ben arabada onu bekliyorum. Bir anne, biri bebek arabasında 3 çocuğuyla karşıdan karşıya geçmeye çalışıyor. Çocuklardan biri bir iki adım öne doğru seyirtiyor. Anne “Nereye gidiyorsun, çabuk gel buraya!” diyerek çocuğun kafasına sert bir şaplak indiriyor..................

Zor zaptediyorum içimdekini.
O anda aklıma çok eskilerden, karısını döven üst kat komşumuz geliyor.
“Güzel şeyler düşün, cinnet geçirmek üzereyim!” diyor içimdeki.
Ben cevap veremeden eşim geliyor.
“İki tane de açma aldım, Tibet çok sever!” diyor.
 “Ohh! İçim ısındı.” diyor içimdeki.
“Benim de.” diyorum.
Gülümsüyoruz...
....Sonra sessizce yola devam ediyoruz...
.

Fotoğraflar bana ait...

Salı, Eylül 20

Bu hafta

Bu haftanın şarkısını atlamışım dün...

Pazartesi olduğundan mı, yoksa pazar akşamı her akşam olduğu gibi Tibet'le saat 9.30'da uyuma ritüelini yapmadığımdan mı bilinmez, fazla uykusuzdum... Belki de boynumun ağrısından...

Geçen hafta Salı'dan Perşembe'ye uzayan başağrısı, Perşembe günü boyun kitlenmesine bıraktı kendini. Yataktan kalkamadım... ve hatta başımı sağa sola döndüremedim bile... Aklımdan ne olur olmazlar geçti, sonradan şaşırdım kendime...

Louise Hay Düşünce Gücüyle Tedavi kitabında, baş ağrısı değersizlik duygusu, boyun ağrısı da soruna başka açıdan bakmamak, esnek olmamaktan kaynaklanır demiş.
Problemi buldum, şimdi sıra çözüm üretmede.

Daha iyiceyim neyseki...

Siz benim karadenizli olduğumu biliyor muydunuz?



Güzel haftalarımız olsun...

Cuma, Eylül 16

Etkilendim!

Ortalık kişisel gelişim kitaplarıyla dolu.

Kendini arayan biri olarak benim de var bu kitaplardan rafımda...

Şimdi okuduğum, daha doğrusu okuduğum demeyeyim de...
Her seferinde "Bakalım bugün neyi öğrenmem, kendimde neyi görmem gerekiyor?" diyerek elime aldığım bir kitap var. Şimdilik ismini ve yazarını yazmayacağım çünkü dün okuduğum bir cümle sayesinde daha fazla bilgiyi vermeyi hakeden bir kitap olduğunun kanısına vardım.

En baştan okuyup, kitapla ilgili fikirlerimi yazacağım...


Cümle şudur ki; (şimdilik aklımda kaldığıyla yazıyorum)

Madem çevremiz bize yansıyan aynamız, o halde önce aynayı kendimizle doldurmalıyız.

Çok etkilendim...

ve bugün Yerden Uzak'ın yazdıklarından da çok etkilendim...
Okuyunuz ;)

İyi hafta sonları hepinize...

Resim internetten alıntıdır...

Çarşamba, Eylül 14

Biriktirmek

Biriktirmemeliyim...

Dün Ünseli'yle de konuştuğumuz gibi...
Biriktirdiklerin bir şekilde çıkıyor bir yerlerden. Takmamalı...

Biriktirdikçe, başağrısı olarak geri dönüyor işte.
Bu senemi de doktor doktor dolaşarak geçirmek istemiyorum.
Yine o ağrılara benziyor...

Dün akşam Geleneksel Yaşgünü kutlamalarımızda sıra Ünseli'deydi...
Ben ve başağrım da oradaydık...

Yine de iyi geçirdim, kendi çapımda.
ve hatta, geçen gün bahsettiğim tasarımımı bile çizdim...
kendim... ben... bizzat kendi ellerimle...

Hatice "biliyorum bunu, çocukluğumdan!" dedi...

Sonuç olarak, bir periyle anlaşma yapmamışım.
Bildiğin rüya görmüşüm işte...

Uyandım...

 Fotoğraf bana ait...

Salı, Eylül 13

Aksi


Ne kadar zamandır aynada kendine baktığını hatırlamaya çalıştı. Öylesine dalmıştı ki aynadaki “aksi”ne, zaman geçmiş mi, geçmemiş mi farkında değildi...

Acaba göz kenarlarındaki kırışıklıkları saysa yaşıyla bir gelir miydi? Bunu gerçekten çok merak etti.

Yolun yarısını geçeli çok olmamıştı ama yolu tamamlamış gibi hissediyordu kendini. “Bugüne kadar ne çok şey yaşadım.” diyecek kadar yoğun bir hayatı olmamıştı ama böyle hissediyordu yine de. Fazlasıyla olgun, fazlasıyla tamamlamış. “Ah bir de fazlasıyla tamamlanmış hissetseydim keşke!” diye geçirdi içinden.

Bir sürü aşk yaşamıştı. El parmaklarının hepsinden fazla. “Acaba kaç tane fazla?”
Bu düşünceyi fazla kurcalamak istemedi ama bugün bu aynanın karşısında göz kenarlarındaki kırışıklıkları saymaya kalkmasının sebebi de buydu.

Kimseye bağlanamıyordu hiç kimseye!

“Neden?” dedi kendi kendine. O kadar ilişkisinin ardından iz bırakanı, giderken içini acıtanı olmamıştı hiç.

Kendisinin bağlanmakla ilgili sorunu varken, karşısındakinin ilişkilerine tutunmasını nasıl beklerdi ki?
“Yalnız öleceksin!” dedi aynadaki aksine “ve ölürken o kırışıklıklarını sayan kimse olmayacak!”

Bu düşüncelerin kırışıklıklarına fazladan bir çizgi eklemesinden endişe etti.

“Hiç hayıflanma kızım, her koyun kendi bacağından asılır. Bunu kendine sen yaptın! Sonuçlarına da katlanmalısın!”

Göz makyajını tekrar kontrol etti. Çantasını masadan aldı.
Düşüncelerinin gün içinde şehrin karmaşasında kaybolacağı ümidiyle, işine doğru yola çıktı...

Fotoğraf bana ait... Modelim de Gelincik...

Pazartesi, Eylül 12

Saç meselesi

Çok yıpranmıştı... Kestirdim...

ama bu ben değilim :(

Oldum olası sevmedim kendimde kısa saçı. Çok kısa sayılmaz gerçi de... Mutlu etmiyor işte...

Ne yapalım. Kökü bende ne de olsa. Uzar elbet.

Uzayana kadar teselliye ihtiyacım olabilir ;)

Sabah dilimde bu şarkıyla uyandım.
Saçıma hitaben mi acep? :D



Bu haftanın şarkısı buymuş demek ki...

İyi haftalar olsun hepimize...

Çarşamba, Eylül 7

Daldan dala

Çoğu zaman düşünceleri dile getirmek, daha doğrusu yazıya dökmek ne zor.
Yazma kabiliyetim olmasını çok isterdim. Okuyanı yormadan, sıkmadan yazdıklarım su gibi okunsun isterdim.

Sevdiğim yazarlar var herkes gibi benim de. Onların bile bazı kitapları bir diğeri gibi akıcı ve okunur olmayabiliyorken, benim burada kendimi anlatabilmem insanlara ne kadar kolay olabilir ki. Zaten ben neden insanlara kendimi anlatayım ki? Beni bilen biliyorken değil mi?

Sormaya başlarsam iş bloğu kapatmaya bile gidebilir. Halbuki burası benim iç dökme saham. Kendi kendime konuşmalarım, iç sesimi dinlemelerim, içimde tutmaktansa dışarı döktüklerim.

Kıyamam...

Neyse... Becerilerim olmasını isterdim.

Dün yemekte konuştuk, arkadaşımın kayınpederinin 10 parmağında 10 marifet varmış. Adamın terzilikten, ressamlıktan, her türlü enstrümanı çalmaya kadar yapmadığı şey yokmuş. Zaten kendisi de “Ellerimle yapamayacağım şey yok!” dermiş.

Kendini bilmek, kendine güvenmek böyle bir şey işte.

Ben bir şeyler tasarlayabilirim. Önüme atın malzemeleri çok güzel kolajlar yapabilirim ama tasarladığımı çizmemi isteseler çizemem. Misal bu sabah bir uyku perisiyle işbirliği yaptım. Çok güzel bir şey tasarladım. Bu tasarladığımı bir kolajla ortaya dökmem mümkün değil, kesinlikle çizmem lazım. Yani böyle bir becerim olmadığına göre, ne yapmalı şimdi.

Ben çok kolay pes eden biriyim. Pes etmeden önce bunu hayata geçirmek istiyorum... da... nasıl?

Ben en iyisi bir ressam periyle de anlaşma yapayım. Belli mi olur, yarın uykumdan bir ressam olarak kalkarım belki, mucize denen bir şey var bu hayatta di mi? :)

Karikatür Piyale Madran'a ait sanırım, aldığım sitede bilgisi yoktu. Gerçi bana bunun kadınlı versiyonu lazımdı ama durumu yeterince dile getiriyor sanırım ;)

Salı, Eylül 6

Ne farkeder ki?

Ben inanırım... Kaderini, yolunu kendin çizdiğine...

İşte bu yüzden... anlamıyorum...

Kendimle derdim ne ki benim,
bile bile...
niye yapıyorum bunu kendime?



Ağlasam ya biraz...

Kime ne faydası olur?

Pazartesi, Eylül 5

Dingin

Bayram bitti...


9 günün sonunda kazanç: Uzun zamandır bekleyen Merlot (fotoğrafla bağdaşmadı ama olsun :P), huzur, dinginlik ve yüzde keyifli bir tebessüm...

Bu haftanın böyle gitmesi lazım... Acep bu şarkının faydası olur mu?



Haftamız güzel olsun...

Perşembe, Ağustos 25

İyi bayramlar

Benim için bayram tatili bu akşam itibarıyla başlıyor :)

Pazartesi gününün şarkısını bugünden yayınlayayım istedim...



Hepinizin bayramı kutlu olsun.

Salı, Ağustos 23

Şikayet


Bu bloğu açmamın en büyük sebebi, sıkıntılarımı oğlumun bloğunda yansıtmamak. Yani buranın açılış nedeni, burada sıkıntılarımı dile getirmek. Yazdıkça görmek, gördükçe eritmek, düzeltmek...

Aslına bakarsanız, ben şikayet etmeyi sevmem. Ne yaptıklarımdan, ne yapacaklarımdan, ne olanlardan, ne insanlardan. Hele ki insanlardan... ama nedendir bilinmez, etrafımda (dostlarımı ayrı tutuyorum) şikayet etmeyi seven insanlar çok.

Bir önceki işyerimden ayrılmamın sebeplerinden biridir şikayet.

Yaşananlardan, patrondan, işten, çalışanlardan o kadar çok şikayet ediliyordu ki... Bu çarkın içinde ben de dönmeye başlamıştım. 5.senenin bitiminde kendime geldim. Sürekli şikayet eden, hiçbir şeyden memnun, mutlu olmayan, sürekli suratı asık, sinirli, huysuz biri olup çıkmıştım.

"Sen sen olmaktan çıktın kızım. Kendinden nefret eder oldun, farkında mısın? Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin!" dedim kendime ve ayrıldım oradan. Eşim hala oradaki Sibel'le buradaki Sibel'in farkından bahseder.

Burada da var öyle arkadaşlarım. Üstelik çok yakınımdalar....

Ama önceki yaşadıklarımdan ders aldığımdan olsa gerek, sözlerinin sonunu dinlemez oldum. Bir süre sonra, otomatik kalkan misali başka şeyler düşünmeye başladığımı farkettim onlar anlatırken. Sözleri bittiğinde, kafamı duruma göre olumlu ya da olumsuz sallayıp, bilgisayarıma dönüp, kulaklığımı takıp, iş ve hayal aleminin derinliklerine dalıyorum.

Evet, evet...

Ben böyle daha mutluyum...

Fotoğraf: Deniz Nida Şener

Pazartesi, Ağustos 22

Dört duvar

Geçen hafta o kadar lafı geçmişken, bu haftanın şarkısının Seyyal Taner'den olmaması ayıp olurdu :)

En sevdiğim şarkısıydı bir zamanlar, bir bahaneyle tekrar dinledim ve yine çok beğendim...

Huzurlarınızda bu haftanın Ruha seslenen'i.



Güzel bir haftanız olsun.

Pazartesi, Ağustos 15

Geçmişe mazi...

Bu haftanın şarkısını seçerken aklıma bir sürü şey geldi geçmişten, ki ben; geçmişle arası iyi olan biri değilimdir...

Mesela ilk aklıma gelen hatıralardan biri İlhan İrem'i çevremde seven bir ben, bir kardeşim, bir de kuzenim vardık. Bizden başka kimse sevmezdi. Kimsenin sevmeyip, benim sevdiğim ünlüler kervanında Seyyal Taner ve Atilla Atasoy'da vardı ki, Atilla Atasoy'un sesine hayrandım tek kelimeyle. Herkes o çıktığında dudak bükerken ben keyifle onun "sesini" dinlerdim. Şimdi düşündüğümde bile gülümsüyorum, ne hoş :)

Diğer bir anı ise; İlhan İrem'in söylediği "Hoşgeldin" şarkısıyla ilgili. O kadar hoşuma giderdi ki, bir gün bu sözleri söyleyen bir sevgilim olmasını dilerdim.

İnanmazsınız oldu! ama bir şeyi dilerken "hayırlısıyla" demenin ne kadar önemli olduğunu da öğrenmiş oldum bu sayede. Adam benim hayatıma "Hayatıma hoşgeldin" diyerek fiyakalı bir giriş yaptı ama daha 1 haftanın sonunda ondan nasıl kaçacağımı şaşırmış vaziyetteydim (bakın bunlar aramızda heee! :D). Abartmıyorum, ayaklarımın popoma vurmasına az kalmıştı kaçarken, o dereceydi yani :)

Bu hafta iki şarkı yayınlamamın sebebiyse, iki şarkıyı birbirine çok yakın bulmam. Aynı sözler, farklı dil ve müzikle harmanlanmış gibi hissettiriyor bana, niyeyse...

Neyse, aklıma gelenleri döküvereyim dedim. Netice olarak geçmişe mazi derler di mi? Şimdi önümüze bakmak lazım :)))

Buyrun bu haftanın ruha hitap edenleri.





İyi dinlemeler, iyi haftalar...

Perşembe, Ağustos 11

Var bende bişiiler.

Galiba kabul etmekten başka şansım yok.

Daha çalışmaya başladığımız iki ay olmuş, üstelik bu aşamada doğru düzgün birlikte iş bile yapmadığımız yeni bir arkadaş bile, telefonda dediğim "günaydın" kelimesinden "aksi" olduğum izlenimine kapılıyorsa...

İnkar etmemin bir anlamı artık yok demektir...

Hadi hayırlı olsun.

Zorla "sinirli" yaptırılan ve artık "sinirli" olduğunu kabul eden bir arkadaşınız var...

Pazartesi, Ağustos 8

Gözyaşında kurumak

Sanırım artık görmezden gelmemeliyim.

Kafamda o kadar çok düşünce geziyor ki çoğu zaman ne düşündüğümün farkına bile varamıyorum. Kendime geldiğimde düşündüklerime dair bulanık izler oluyop hep. Uzanıp tutabilecek olsam, elime geçirdiğimle yüz yüze gelebilir miyim bilmiyorum.

Düşüncelerimin rengi o kadar kara ki... Artık kendimden korkar oldum.

Bunca zaman bu kara düşünceleri, beynimin karanlık köşelerinde sakladım. Halı altı eder gibi. Ama o kadar çoğaldılar ki, artık gün yüzüne çıkmaya başladılar. Sanırım insanların nasıl “deli” olduklarını ya da nasıl “intiharın eşiğine” geldiklerini anlamaya başladım. Eğer bu düşüncelerimle yüzleşmezsem olası sonum onlarınkinden farklı olmayacak, bunu hissediyorum.

Eğer bir gün bu noktaya gelirsem, bunun en büyük sebebi bu düşüncelerimin zararlarının başkalarına da bulaşabilme ihtimalinden olacak... Evet, endişelenmemin asıl sebebi bu. Düşüncelerimle sadece kendi hayatımın değil, başkalarınınkine de yön verebilme ihtimali beni korkutan.  Üstelik kötü yönde. Büyük sorumluluk! Benim gibi cesaretten yoksun bir insan için bu çok korkutucu ve altından kalkması fazlasıyla güç!

Zararım sadece kendime olsa umursamam. Varlığım kimin umrundaki yokluğum olsun. Ya da belki de kendi kendimi umursamıyorum ki ben, beni kim umursasın. Muhakkak olur arkamdan üzülenler, hatta belki de ağlayanlar ama fazla sürmez biliyorum. Evet, evet, biliyorum. Kesinlikle uzun sürmez benim için dökülen yaşlar. O yaşlarla birlikte ben de kururum, acısı da kurur.


Ama ya benim sevdiklerim... Benim değer verdiklerim. Benim düşüncelerimin bulanıklığında kaybolurlarsa ne yaparım o zaman? Onların yoklukları mı daha çok yakar beni yoksa benim yüzümden gittiklerini bilmek mi?

Katlanamam. Bunu bilerek bu sorumluluğu alamam...

Gidiyorum...

Kısa sürecek bile olsa, birinin, kimbilir belki de birilerinin gözyaşında kurumaya...



Bu haftanın şarkısı da bu olsun :)

Cuma, Ağustos 5

Dövmeli Deli

Çizmeli kedi öldü! Yaşasın Dövmeli Deli!!

Öyle Kendini Dinleyen bloğu falan hepsi bahane. Artık içimdeki gerçek beni ortaya çıkarmanın vakti geldi. Ben dövmeli deliyim. Çizmeli Kedi’yi ben öldürdüm. 19.Yüzyıldan beri gıcık oluyordum zaten. Benim tonlarca para verip geceler boyu hayalini kurduğum, yastığımın altında sakladığım GucciMucci marka çizmelerimden daha güzel çizmeleri olduğu için hasetimle fesatım birbirine girdi, diazem almadan uyuyamaz oldum. Rüyalarıma  çizmeleri giriyordu. Pis kedi!

Öyle bön bön bakmayın. Ne yapayım, kıskandım. Üstelik kendine yaptığı pelerini de kampanyadan almış, %80 indirimli ürün. Biz burada avuç içi kadar giysiye kamyon yüküyle para bayılalım, bir alıp sekiz ay taksitle ödeyelim, elin ortaçağ kedisi MangoZango’dan üç kuruşa misler gibi giyinsin kuşansın.. Yok öyle!

Geçen sabah uyandığımda gene aklıma çizmeleri düştü. Gözlerim kan çanağına dönmüş gibiydi. Çizmeliyi kıskanıyordum. Rüyalarımda bana dil çıkarıp ‘’kabaramazsın kel Sibel benim çizmelerim güzel seninki çirkin’’ diyordu.  İntikamımı aldım mutluyum. Çocuklar gibi şenim. Ohhhh çatla da patla çizmeli, sen artık bir çöpsün.

Dün sabah kahvaltımı ettim, (sahanda yumurta az pişmiş, zeytin, çay ve sunta krakeri) sonra da soğuk meze niyetine yiyeceğim intikam planımı hazırladım. Tibet’in zaman makinasına girip 1897’ye gidecek ve o çizmelerini kafasına geçirip geri dönecektim. Ama onun çizmeleri ünlüydü. Hem de daha güzeldi.


Offf yaaa offf! Benim de bir simgem olmalıydı. Ben de gidip dövme yaptırdım. Kediler anka kuşlarından korkarmış öyle duydum, ben de gidip sağ omuzuma anka kuşu dövmesi yaptırdım. Kabaramazsın çizmeli, dövmem güzel sen çirkin... kahvaltı masasını toplamadan bırakıp zaman makinasının içine girdim. Girmeden önce fön de çektim. Elin ortaçağlıları beni bakımsız görmesinler. Kızıl saçıma da pek yakıştı. Çizmeli’nin saçı yok ya ooohh çatlasın!

1897 ye gelince müsati bir yerde indim. Karşıma çıkan ilk insana nerde o yellozzz diye sordum gösterdiler evini. Evden çıkınca yakaladım, bi güzel çizmelerini çıkarıp kestim. Sonra da çamura attım. O artık çizmesiz alelade bir kediydi. Ben ise çizmeleri daha güzel dövmeli deli. Kalabalık toplandığında batan güneşi arkama alarak bir kayanın tepesine çıkıp çizmelerimi halka gösterdim. Halk çok beğendi. Dövmemi de. Beni çılgınca alkışladılar. Sağolun varolun anacım..

Zaman makinasına girip eve döndüm, duş aldım çizmelerimi giyip ofise gittim. Ofis arkadaşım Şaziment çizmelerimi çekemiyor biliyorum. O şaşı gözleriyle üç kere çizmelerime bakarken yakaladım. Eh bu çizmelere bişey olsun ben o masandaki laptobu sarı kafanda paralamazmıyım zilli...

Çizmelerim benimmmm..Güzel çizmelerim... Muhteşem dövmelerim....
Sizi seviyorum muck muck muck !

Not : Bu yazıyı benim adıma yazıp beni cümle bloggerlara rezil eden çizmesiz manyak Syrakusa, elbet bulurum adresini kıstırırım tenhada, bu fotodaki çizmeli gibi bakar kalırsın! bittin oolum sen!

Perşembe, Ağustos 4

Bilinmezliğe

 
Elele ağaçlı rampa yolda yürüyorlardı. Yoldan o sırada hiç araba geçmiyordu ve ağaçların hışırtısı ortama o kadar güzel bir huzur yayıyordu ki; hala nasıl bu kadar huzursuz hissettiğine anlam veremiyordu. Aslında bu duyguya tam anlamıyla huzursuzluk diyemezdi ama isimlendiremiyordu bir türlü.

Bu ana kadar sürekli dilde olan, resmiyete dökülmüştü artık. Yoksa bu zamana kadar inanmamış mıydı gerçekleşeceğine? Belki de öyleydi. Bir çok hayalinin, olmasını istediği bir çok şeyin gerçekleşmemesine, kendi isteklerini başka ihtiyaçlar yüzünden geri plana atmaya o kadar alışmıştı ki, bunun da gerçekleşeceğine inanmamış olma ihtimali yüksekti.

Dönüp Cezir’e baktı. Yüzündeki sakinliğe rağmen, onun da çok düşünceli olduğuna kanaat getirdi. Kendisi gibi mi hissediyordu acaba?

Artık her şey somutlaşıyor. Laftan çıkıp gerçeğe döküyoruz. Yakında resmi olarak karı-koca olacağız.
Kısa bir sessizlikten sonra devam etti : “Hiç bu noktaya geleceğimizi düşünmüş müydün? Seni de benim gibi korkuttu mu bu durum?”

Cezir’e hep dürüst olmuştu bugüne kadar o yüzden bu cümleyi kurarken onun kendisini yanlış anlayacağını hiç düşünmemişti bile.

Cezir gülümsedi. “Korkuttu diyemem ama bir an için yüzüme tokat yemiş gibi hissettim açıkçası. Korkuttu diyemem çünkü evlenmemizin yanlış olduğunu düşünmedim hiçbir zaman.  Ama bir an için “evlilik” ismi beni ürküttü doğrusu. Şimdi düşündükçe komik gelmeye başladı bu durum.”
Bir kahkaha attı “Med, yoksa artık benimle evlenmek istemiyor musun?”
“Hayır, hayırr! Tabi ki istiyorum ama sanırım aslında hissettiklerimi sen daha doğru cümlelendirdin. “evlilik kurumuna” olan bir ön yargı demek daha doğru sanırım.”

Gülüştüler...

Birbirlerini anlamış olmanın, duygularını ortaya koymanın ferahlığıyla, sarmaş dolaş, yolun tadına vara vara çıktılar rampayı...

Önceki bölümler için tık tık...

Fotoğraf internetten alıntıdır.

Çarşamba, Ağustos 3

Benim yerime

Hem çok yazasım var... hem de hiç elim gitmiyor...

Biriniz benim yerime yazsanız ya bugün...

Vallahi...

Karalayıp atsanız bana bir şeyler... Ben de yayınlasam burada...

Çok keyifli olur ;)

Yapar mısınız?

Hadi hadi, yapın! N'olurrrrr! :)))))

Pazartesi, Ağustos 1

Huzur

Tatil tatil gibi geçmemiş olsa da, işten, buradan uzaklık, Tibet'le başbaşa kalmak iyi geldi. Kendimi huzurlu hissediyorum.

Son günlerde ruhuma çok iyi gelen şarkılar var. Dönüp durup onları tekrar ve tekrar dinliyorum.
Artık her pazartesi Ruhuma hitap edenler köşesi yapayım diyorum :)

Açılışı "tatil dönüşümün şerefine" son günlerde en severek dinlediğim bu şarkıyla yapayım.
Size de iyi gelir umarım...

Cuma, Temmuz 22

İyi misin, mutlu musun?

Oğlum için yazdığım blogta, yaşgününde, ona kendimce öğütler verdim.

Eh, insanoğlu kendini görmez çoğu zaman di mi?
Kendini matah zanneder, karşındakine öğütler verir...

Bu da benim kulağıma küpe olsun...

---------------------------------------------------------------------

Önümüzdeki hafta tatildeyiz... Bu ara bana iyi gelecek... evet, evet, çok iyi gelecek :)

---------------------------------------------------------------------

"Nasılsın? İyi misin?" diye sordu annem. "İyiyim" dedim; adettendir ya...

Kısa süren telefon konuşmasının ardından, nereden esinlendiğini bilemediğim bir düşünce huzursuzluk verici bir saplantı halinde saatlerime mal oldu.

Otuz yedi yaşımdayım ve bu yaşıma kadar bir kez olsun "Mutlu musun?" diye sormamıştı.
Ne kadar düşünsem de anımsayamadım. Eminim ki sormuş olsaydı hatırlardım.

"İyi" olmakla "Mutlu" olmak arasındaki fark... Meğer ne büyükmüş.

Tut ki üç yaşında bir çocuğun var. Mesai saatlerinde ona bakabilecek bir bakıcı arıyorsun. İki aday buldun. Birinci aday çok titiz. Uyku saatleri konusunda despot, yemek zamanı ve dengeli beslenme konusunda ise bir uzman. Hijyen desen ondan sorulur.

İkinci bakıcı ise sanırım biraz zıpır. Zeki bir kıza benziyor. Bebek onu daha çok sevdi. İyi anlaştılar. Hangisini tercih ederdin?

İlk bakıcıyı seçersen çocuğun sağlıklı olur. Temiz bir ortamda düzenli bir hayat sürer. Dengeli beslenir, zekâ gelişimine yararı olacak oyunlar oynar.
İyi olur yani.

İkinci bakıcıda ise üşüyüp hasta olabilir. Çikolata, dondurma, cips ve benzeri abur cuburla beslenme riski söz konusudur. Eve döndüğünde çamurlara bulanmış, kum havuzunda tepinmekten giysileri kum içinde kalmış, paçaları ıslak bir çocukla karşılaşabilirsin. Gün boyu çığlık çığlığa kahkahalar atmaktan bitkin düşmüş yavrunu, halının üzerinde uyumuş kalmış bulabilirsin.

Geçirdiği harika günün gülümsemesi, uykuya teslim olmuş yüzündedir; kim bilir hangi burun üstü çakılmadan armağan alnındaki çizikler ve son çikolatanın dudağının kenarında kalmış lekesi de... Bebek mutludur.

Bir bebek söz konusu ise eminim ki çoğunluk ilk bakıcıyı tercih edecektir.

Peki ya bu yazıyı okuyan sen...
Mutlu musun? İyi misin?

İkisi birden olabilir misin? İyi düşün ve kendine karşı dürüst ol.

Bu aralar annem, evlenmem konusunda üzerimdeki baskılarını artırdı. Bir yığın aday bulup karşıma dikiliyor. Adaylar ona göre mükemmel. Evinin kadını olabilecek, beni derleyip toparlayacak, hayatımı düzene sokacak kızlar.

Tabii ki kişilikleri de aynen öyle. Hepsi öncelikle birer anne adayı. Eş değil, yoldaş değil. "Keşke anne olacağımıza, öncelikle bir sevgili ve bir eş olabilseydik" diyecekleri yaşlarına henüz gelememişler. O geri dönüşü olmayan zamana...

Anneme rest çektim. Mutluluğu seçiyorum.

Açlıktan ölmeyecek kadar yiyeceğim. Canım istediğinde uyuyacağım. Ertesi gün iş yerimde uykusuzluktan gebereceğim. Parasız kaldığımda rakı veya bira yerine ucuz şarap içeceğim. Hayatımla ilgili hiçbir plan yapmayacağım.

Hafta sonlarımda ve tatillerimde sadece olmak istediğim yerde olacağım.

Çocuğumu ikinci bakıcıya vereceğim ve tekil şahıs kipiyle kurduğum tüm bu cümleleri çoğul yapabilecek kadına elimi uzatacağım...

İktisat teorisi: Ders 1, yaş 35:
Sermaye belirsizliğinde, günlük kâr esasına dayalı ticari yöntemler geçerlilik kazanır.
Ömürden daha belirsiz bir sermaye var mıdır?

O halde: Bu gün, yarından arttırdığımla yetinmeyeceğim; yarına, bugünden arttırdığımı bırakacağım.

Sorumsuz olduğumu düşünenlerle musalla taşında dalgamı geçeceğim :

"Nasılsın? İyi misin?"

İyiliğin ölçütü soruyu sorana göre değişir.

Sana göre iyi değilim anne , ama mutluyum!

-----------------------------------------------------------------

Yazan:  Faik Murat Muftuler

Çarşamba, Temmuz 6

Sevgi

Dün çok sevdiğim ama uzun zamandır görmediğim
bir arkadaşımla rastlaştım.
Laf arasında, benim gözlerimi hiç unutmadığını söyledi.

Ne ilginç...
Ben de onun gözlerini hiç unutmamışım...

Sevdiğim insanları düşündüğüm zaman,
çoğunlukla gözümün önüne önce gözlerinin geldiğini farkettim...


Anladım ki bende "sevgi", önce gözlerden giriş yapıyor...

Pazartesi, Haziran 27

Doruk

Bölüm 5

Arkadaşlarının ısrarıyla gelmişti buraya. Tamam 80li yıllarda bu müzikleri severdi ama şimdi öyle ayakta durup dinlemek keyif vermiyordu. Eğlenmeye çalışsa eğlenemiyordu, nasıl oynuyorlardı o yıllarda bu müzikle acaba? Denemeye çalıştıkça keyif almaya başladı, ortaya o kadar abuk sabuk hareketler çıkıyordu ki; gülmemek mümkün değildi...

Böyle şeylerde kızlar daha rahat.” diye düşündü. Çevresine şöyle bir göz gezdirince erkeklerin daha komik hareketler yaptığını görüp, kahkasını koyverdi.
O ara göz göze geldiler.

Ne güzel kız.” diye iç geçirdi. Neredeyse kalçalarına değen uzun, gür saçları vardı. Vücudu da o kadar inceydi ki, tek eliyle belini kavrayabilirmiş gibi geldi ona. Bakışlarıyla kızı rahatsız etmek istemedi, arkadaşlarına dönüp bir şeyler geveledi. Neyseki müziğin gürültüsünden arkadaşları söylediklerini bir şeye benzetmişlerdi. Yine güldü kendini tutamayıp. İster istemez gözleri yine kaydı o güzel kıza. Bu sefer gülümsediler birbirlerine.

Arkadaşlarından birinin onların yanında olduğunu gördü. Heyecanlandı birden onu tanıyan birileri olduğunu anlayınca. Yine gülümsedi. “Ne çok gülümsüyorum böyle, kimbilir hakkımda neler düşünecek!  Tekrar baktı, ortak arkadaşla sohbete dalmış görünüyordu.

Evirip çevirdi kafasında “Ne yapsam da yanlarına yanaşsam?” diye. O bunları düşünürken arkadaşının kendisine doğru geldiğini gördü. “Ona söylesem tanıştır desem ayıp olur mu acaba?” diye geçirdi içinden.

Ne haber Doruk?” dedi arkadaşı. “İyiyim Ufuk, seni sormalı.
Heyecanını Ufuk’un farketmesinden korktu.

Gel” dedi Ufuk, “Eşimin iş arkadaşlarını tanıştırayım seninle.

Rahatladı, kendisinin bunu teklif etmesine gerek kalmamıştı. Yüzüne yerleşen tebessüme engel olamadı. “Tabi, çok sevinirim.” dedi ve kızlara doğru ilerlemeye başladılar.

Tanıştırayım” dedi Ufuk. “Med, Doruk – Doruk, Med
Memnun oldum.” dedi Doruk. “Ben de memnun oldum Doruk.” diyerek gülümsedi Med. Ufuk diğer kızı tanıştırırken Doruk heyecandan ellerinin titrememesi için dua ediyordu.
Bu da Dora.”

Çok memnun oldum tanıştığımıza.” dedi Doruk. “Ben de öyle.” diye cevap verdi Dora. Elleri birbirlerinde öylece kaldılar bir süre.

Med ve Ufuk diğer arkadaşlarıyla sohbet etmek bahanesiyle ayrıldılar yanlarından.

Doruk bir an ne diyeceğini, ne yapacağını bilemedi. “Kendime bir bira alacağım, sen de ister misin?” diye sordu.


Bayılırım!” dedi Dora yüzünde kocaman bir gülümsemeyle.
Biraya bayılırım!” 

Önceki bölümler için tık tık...

Cuma, Haziran 24

Nereden nereye...


Bazen bazı yaşananları anlamlandırmak çok zor. Özellikle konuşkan biri değilseniz, cümleleri kurarken kelimeleri nereye koyacağınızı bilmeyenlerdenseniz, duygularınızı tam olarak anlatabilmek çok zor.

Yazar olmak isterdim ama en çokta şarkıcı...

Bugüne kadar hayallerimin peşinden koşmayan ben, son günlerde çocukluk hayalimin sürekli önüme çıkmasıyla karşı karşıyayım.

Aynen bu yazıma farklı bir amaçla başlayıp, konunun buraya dönmesi gibi...

En son “Öğretmek için öğrenmek, öğrenmek için öğretmelisin!” mesajıyla artık somut bir adım atmak gerektiği kesinleşti.

“Bana müzik-yorumculuk konusunda hem öğretmenlik hem öğrencilik yapacak kişilere artık açığım” diyor ve yazımın asıl konusuna geçiyorum.
-sadece bunu demekle yetinmeyeceğim, araştırmalara da başlayacağım. Bilenler bilmeyenlere söylesin, bana da haber versin ;)-

................
Yok yok geçemedim maalesef...

Bu yazımın konusu buymuş, öteki boşmuş...

Not: Sanılmasın ki şarkıcı olmaya çalışıyorum. Asıl niyet başka. Gerçi o da olsa hiç fena olmaz yani... ;)

Çarşamba, Haziran 22

Toparlama

Kırkyama grubumuzdan yazışmalar...
Sizlerle de paylaşmak istedim...

Başlangıç

Ekleyen: Sibel
 
Önce Arabi’nin bu muhteşem beyanını okuyalım sonra sorularımızı sıralayalım, bakalım ne cevaplar alacağız :)
..
Allah o “mümkün varlıklara”, imkanları ve kabul istidatları nispetinde varolmalarını (tekvin) emredince, o varlıklar Onu görmek için süratle koştular.
Mümkün varlık, varoluş haline geçince, nurla boyandı. Böylece adem, yokluk, yok oldu. Mümkün varlık iki gözünü birden açtı ve katıksız iyilik, saf güzellik gördü. Fakat ne olduğunu bilemedi, anlayamadı
Mümkün varlık, nur ile boyanınca, sol tarafa yöneldi ve baktı; ve adem’i yokluğu gördü; onu tahkik etti, inceledi. Yokluğun kendinden çıktığını görünce, “Bu da ne?” dedi.
Bunun üzerine sağ taraftan nur ona şöyle dedi: “İşte, o sensin! Eğer sen kendin nur olsaydın, gölge diye bişey olmazdı; baksana, ben nurum ve gölgeyi gideriyorum. Senin üzerinde bulunduğun nura gelince, zatında bana teveccüh edip yönelmenden dolayı, sende o nur gözükmektedir; bu da senin Ben olmadığını bilmen için böyledir.
Oysa Ben, gölgesi olmayan bir nur’um; sen ise imkan dahilinde olman için, gölgeyle karışmış bir nursun. Buna göre, şimdi eğer sen kendini Bana mensup sayarsan, Ben seni kabul ederim; yok eğer sen kendini “adem”e, yokluğa mensup sayarsan, o seni kabul eder.
Dolayısıyla şimdi sen vücudla adem, varlıkla yokluk, hayırla şer arasındasın. Eğer sen gölgenden yüz çevirirsen, imkan dahilinde olmandan yüz çevirmiş olursun; imkan dahilinde olmaktan yüz çevirdiğin zaman da, Beni bilemezsin.
Öyleyse sen Bana, seni kendi gölgenden büsbütün yok edecek bir bakışla bakma; yoksa o zaman sen, Ben olduğunu iddia edersin ve böylece bilgisizlik içine düşersin. Aynı şekilde, gölgene de, seni Benden büsbütün yok edecek tarzda bakma, yoksa o tarz bakış sana sağırlık getirir. O zaman da seni niçin yarattığımı bilemezsin.
Öyleyse, kimi zaman öyle ol, kimi zaman böyle ol! Allah senin için iki gözü, ancak birisiyle Beni müşahade edesin, diğeriyle de kendi gölgeni göresin diye yaratmıştır.
İbn Arabi

1. Mümkün varlıklar nedir kimdir nerededir?
2. Mümkün Varlığın sol tarafa yönelmesi ne anlama geliyor?
3. Gölge nedir? Gölgenin varlık sebebi nedir? Nicelikleri neye göre belirlenir? (somuttan soyuta nasıl geçer bu soruların cevapları?)
4. Bilinmesi arzu edilen “ben” kimdir nedir?
5. Söz konusu Ben’in neden gölgesi yoktur?
6. Bilgisizlik içine düşmek nedir?
7.Sağırlık nedir?
8. “Kimi zaman öyle kimi zaman böyle ol” mak nedir?
Allah cevapları bulmaya çalışanlardan ve büyük filozof sevgili Arabi’den razı olsun, şimdiden teşekkür ediyorum

Gelişme 1
Ekleyen: Nil
 
1. Mümkün varlıklar nedir kimdir nerededir?

Mümkünlü beldesinde:)) yani şehri vücutda yaşayanlar..

2. Mümkün Varlığın sol tarafa yönelmesi ne anlama geliyor?

Can'ın yani ruhun sağı solu ve dahi cinsiyeti yoktur, bedenlenen can için; sol tarafı nefsidir, egodur.

3. Gölge nedir? Gölgenin varlık sebebi nedir? Nicelikleri neye göre belirlenir? (somuttan soyuta nasıl geçer bu soruların cevapları?) sol tarafdaki nefs gölgedir,insanın mümkünlü olmasının sebebi kaynağı nefsidir, onun için onu silmek eziyet etmek değil, onu bilmek ve nur ile dolup yükselmesidir murad edilen, her ben (veche) orjinali Allahın bir isminden gelir, ancak nefsin kendi varlığındaki mümkün olan o ismi hatırlaması ve o isim olması içindir bu yolculuk, yani "ben bu dünyaya O'nu görmek için geliyorum"..

4. Bilinmesi arzu edilen “ben” kimdir nedir?

 Ben (mümkünlü olan) Allahın ismidir, sıfattan Zat'a geçmek için gereklidir.


5. Söz konusu Ben’in neden gölgesi yoktur?

 isim Zat'tır, ZAT nurdur sadece nurdur, o nedenle gölgesi yoktur.sıfat gölgedir, yansıyandır, hakikat Zat'tır.

6. Bilgisizlik içine düşmek nedir?

akıl yerine gördüğüne kanmak inanmaktır.

7.Sağırlık nedir?

aklı kullanmak için gerekli olan duyu organlarının bilgisini (görmek dokunmak tatmak duymak ve dahi hissedişleri) aklın hizmetine sunamamaktır.

8. “Kimi zaman öyle kimi zaman böyle ol” mak nedir?

aklını kullan, sen AŞKsın ancak AŞK OLduğunu ancak nefsinle bildiğinde BENi bileceksin, nefsini silmeye kalkma onunla yanıma gelecek ve ancak onu yükselttiğinde İNSAN olduğunda BENi bileceksin, Nefs ile bilmek için  hem nefsini tanıman hem de tanıdığın için, içindeki sonsuz farkındalık olan BENin farkına varman mümkün olacak...

Gelişme 2

Ekleyen: Nil

*AKILa dair,


Evvela; Göz kendini göremez, akıl ise kendini de başkasını da kendine ait özellikleri de idrak eder.

İkincisi; Göz kendisine uzak ve çok yakın nesneleri göremez. Halbuki akıl için uzak ve yakın eşittir.

Üçüncüsü; Göz perde ardındaki nesneleri göremez, akıl ise kendine ait alemde, yakın memleketinde yani bedeninde tasarrufta bulunabildiği gibi, Arş, Kürsi ve semaların perdeleri ardında, Mele’-i Âlâ’da, Yüce Melekût’da da tasarruf eder. Doğrusu hiçbir hakikat akıldan gizlenemez.

Dördüncüsü; Göz nesnelerin dış tarafını, en üstte bulunan yönünü görür, hakikatten ziyade, kalıplarını ve suretlerini idrak eder. Akıl ise nesnelerin derinliklerine sırlarına nüfuz eder, onların hakikatlerine ve ruhlarına vâkıf olur.Bunların sebebini, illetini, gayesini ve hikmetini ortaya çıkarır.

Beşincisi; Göz varlıkların bir kısmını görür, akılla idrak edilenlerin tamamını ve duyularla idrak edilenlerin de bir kısmını idrakten acizdir.Gözün alanı dar, gidebileceği güzergâh sınırlıdır, renkler ve şekiller alemini aşamaz.Varlıkların bütünü ise akıl sahası içindedir. Gizli sırlar onun için açık, kapalı manâlar onun için açıktır.Beş duyu aklın casuslarıdır, her biri Akla ilgili haberleri getirir ki; akıl görüş ve nüfuz edici hükmü gereği bunlar hakkında yargıda bulunsun.

Altıncısı; Göz sonsuz olanı göremez, nitekim o cisimlerin sıfatlarını görebilir, cisimler ise sonlu olmaktan başka türlü tasavvur edilemez. Akıl ise bilinenleri idrak eder, bilinenlerin ise sonlu olması tasavvur edilemez. Gerçi elde ettiği bilgiler sonludur aklın, ancak akıl sonsuzu idrak etme gücüne sahiptir. Bunu açıklaması uzundur ancak illa bir misal istersen; Akıl sayıları idrak edebilir, bunların ise bir sonu yoktur. İkinin,üçün ve diğer sayıların katlarını idrak eder ki; bunun bir sonu yoktur. Hatta, herşeyi bildiğini, o şeyi bildiğine dair bilgisini, o şeyi bildiğine dair bilgisine dair bilgisini….bilir.

Yedincisi; Göz, büyüğü küçük görür, mesela güneşi kalkan kadar, yıldızları mavi bir örtüye atılmış altın paralar gibi görür. Akıl ise yıldızların ve güneşin (bunu iç kere güneşiM diye yazdım ve sildim, hayırdır..) yeryüzünden defalarca daha büyük olduğunu anlar.Nitekim Rasullullah (s.a.v.) Cibril Aleyhisselam’a “güneş göğün ortasından zevale doğru meyletti mi?” diye sorduğunda, Cibril “hayır, evet” diye cevap verir. Rasullullah “nasıl?” diye sorduğu zaman, “hayır dediğimden evet dediğim zamana kadar güneş beşyüz yıllık yol katetti” der. Göz yanılmasının çeşitleri çoktur, akıl ise bunlardan uzaktır.

• İmam Gazali, (Yol Bilgi ve Varlık; 2010; 74-77)


Gelişme 3
Ekleyen: Emine

...

Yokluk bir aynadır , alem aynadaki görüntü

ve insan ,

Görüntünün gözüdür ki ayna karşındaki

onda gizlenir .

Sen görüntünün gözüsün ve Allah

gözün Nurudur .

Onunla herşeyin görüldüğü gözü kim görmüştür ?

Alem bir insan olmuştur , insanda bir alem ,

Bundan daha açık bir izah yoktur .

Meselenin aslına iyice baktığın zaman ,

Gören O'dur , göz ve görünen şeyde O .

Hadis-i Kutsi bu manayı beyan eder ,

Benimle görür ve benimle işitir 'der .

Mahmut Şebisteri
Gülşen-i Raz '

Bu güzel paylaşım için herkese sonsuz teşekkürler...