Perşembe, Ağustos 25

İyi bayramlar

Benim için bayram tatili bu akşam itibarıyla başlıyor :)

Pazartesi gününün şarkısını bugünden yayınlayayım istedim...



Hepinizin bayramı kutlu olsun.

Salı, Ağustos 23

Şikayet


Bu bloğu açmamın en büyük sebebi, sıkıntılarımı oğlumun bloğunda yansıtmamak. Yani buranın açılış nedeni, burada sıkıntılarımı dile getirmek. Yazdıkça görmek, gördükçe eritmek, düzeltmek...

Aslına bakarsanız, ben şikayet etmeyi sevmem. Ne yaptıklarımdan, ne yapacaklarımdan, ne olanlardan, ne insanlardan. Hele ki insanlardan... ama nedendir bilinmez, etrafımda (dostlarımı ayrı tutuyorum) şikayet etmeyi seven insanlar çok.

Bir önceki işyerimden ayrılmamın sebeplerinden biridir şikayet.

Yaşananlardan, patrondan, işten, çalışanlardan o kadar çok şikayet ediliyordu ki... Bu çarkın içinde ben de dönmeye başlamıştım. 5.senenin bitiminde kendime geldim. Sürekli şikayet eden, hiçbir şeyden memnun, mutlu olmayan, sürekli suratı asık, sinirli, huysuz biri olup çıkmıştım.

"Sen sen olmaktan çıktın kızım. Kendinden nefret eder oldun, farkında mısın? Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin!" dedim kendime ve ayrıldım oradan. Eşim hala oradaki Sibel'le buradaki Sibel'in farkından bahseder.

Burada da var öyle arkadaşlarım. Üstelik çok yakınımdalar....

Ama önceki yaşadıklarımdan ders aldığımdan olsa gerek, sözlerinin sonunu dinlemez oldum. Bir süre sonra, otomatik kalkan misali başka şeyler düşünmeye başladığımı farkettim onlar anlatırken. Sözleri bittiğinde, kafamı duruma göre olumlu ya da olumsuz sallayıp, bilgisayarıma dönüp, kulaklığımı takıp, iş ve hayal aleminin derinliklerine dalıyorum.

Evet, evet...

Ben böyle daha mutluyum...

Fotoğraf: Deniz Nida Şener

Pazartesi, Ağustos 22

Dört duvar

Geçen hafta o kadar lafı geçmişken, bu haftanın şarkısının Seyyal Taner'den olmaması ayıp olurdu :)

En sevdiğim şarkısıydı bir zamanlar, bir bahaneyle tekrar dinledim ve yine çok beğendim...

Huzurlarınızda bu haftanın Ruha seslenen'i.



Güzel bir haftanız olsun.

Pazartesi, Ağustos 15

Geçmişe mazi...

Bu haftanın şarkısını seçerken aklıma bir sürü şey geldi geçmişten, ki ben; geçmişle arası iyi olan biri değilimdir...

Mesela ilk aklıma gelen hatıralardan biri İlhan İrem'i çevremde seven bir ben, bir kardeşim, bir de kuzenim vardık. Bizden başka kimse sevmezdi. Kimsenin sevmeyip, benim sevdiğim ünlüler kervanında Seyyal Taner ve Atilla Atasoy'da vardı ki, Atilla Atasoy'un sesine hayrandım tek kelimeyle. Herkes o çıktığında dudak bükerken ben keyifle onun "sesini" dinlerdim. Şimdi düşündüğümde bile gülümsüyorum, ne hoş :)

Diğer bir anı ise; İlhan İrem'in söylediği "Hoşgeldin" şarkısıyla ilgili. O kadar hoşuma giderdi ki, bir gün bu sözleri söyleyen bir sevgilim olmasını dilerdim.

İnanmazsınız oldu! ama bir şeyi dilerken "hayırlısıyla" demenin ne kadar önemli olduğunu da öğrenmiş oldum bu sayede. Adam benim hayatıma "Hayatıma hoşgeldin" diyerek fiyakalı bir giriş yaptı ama daha 1 haftanın sonunda ondan nasıl kaçacağımı şaşırmış vaziyetteydim (bakın bunlar aramızda heee! :D). Abartmıyorum, ayaklarımın popoma vurmasına az kalmıştı kaçarken, o dereceydi yani :)

Bu hafta iki şarkı yayınlamamın sebebiyse, iki şarkıyı birbirine çok yakın bulmam. Aynı sözler, farklı dil ve müzikle harmanlanmış gibi hissettiriyor bana, niyeyse...

Neyse, aklıma gelenleri döküvereyim dedim. Netice olarak geçmişe mazi derler di mi? Şimdi önümüze bakmak lazım :)))

Buyrun bu haftanın ruha hitap edenleri.





İyi dinlemeler, iyi haftalar...

Perşembe, Ağustos 11

Var bende bişiiler.

Galiba kabul etmekten başka şansım yok.

Daha çalışmaya başladığımız iki ay olmuş, üstelik bu aşamada doğru düzgün birlikte iş bile yapmadığımız yeni bir arkadaş bile, telefonda dediğim "günaydın" kelimesinden "aksi" olduğum izlenimine kapılıyorsa...

İnkar etmemin bir anlamı artık yok demektir...

Hadi hayırlı olsun.

Zorla "sinirli" yaptırılan ve artık "sinirli" olduğunu kabul eden bir arkadaşınız var...

Pazartesi, Ağustos 8

Gözyaşında kurumak

Sanırım artık görmezden gelmemeliyim.

Kafamda o kadar çok düşünce geziyor ki çoğu zaman ne düşündüğümün farkına bile varamıyorum. Kendime geldiğimde düşündüklerime dair bulanık izler oluyop hep. Uzanıp tutabilecek olsam, elime geçirdiğimle yüz yüze gelebilir miyim bilmiyorum.

Düşüncelerimin rengi o kadar kara ki... Artık kendimden korkar oldum.

Bunca zaman bu kara düşünceleri, beynimin karanlık köşelerinde sakladım. Halı altı eder gibi. Ama o kadar çoğaldılar ki, artık gün yüzüne çıkmaya başladılar. Sanırım insanların nasıl “deli” olduklarını ya da nasıl “intiharın eşiğine” geldiklerini anlamaya başladım. Eğer bu düşüncelerimle yüzleşmezsem olası sonum onlarınkinden farklı olmayacak, bunu hissediyorum.

Eğer bir gün bu noktaya gelirsem, bunun en büyük sebebi bu düşüncelerimin zararlarının başkalarına da bulaşabilme ihtimalinden olacak... Evet, endişelenmemin asıl sebebi bu. Düşüncelerimle sadece kendi hayatımın değil, başkalarınınkine de yön verebilme ihtimali beni korkutan.  Üstelik kötü yönde. Büyük sorumluluk! Benim gibi cesaretten yoksun bir insan için bu çok korkutucu ve altından kalkması fazlasıyla güç!

Zararım sadece kendime olsa umursamam. Varlığım kimin umrundaki yokluğum olsun. Ya da belki de kendi kendimi umursamıyorum ki ben, beni kim umursasın. Muhakkak olur arkamdan üzülenler, hatta belki de ağlayanlar ama fazla sürmez biliyorum. Evet, evet, biliyorum. Kesinlikle uzun sürmez benim için dökülen yaşlar. O yaşlarla birlikte ben de kururum, acısı da kurur.


Ama ya benim sevdiklerim... Benim değer verdiklerim. Benim düşüncelerimin bulanıklığında kaybolurlarsa ne yaparım o zaman? Onların yoklukları mı daha çok yakar beni yoksa benim yüzümden gittiklerini bilmek mi?

Katlanamam. Bunu bilerek bu sorumluluğu alamam...

Gidiyorum...

Kısa sürecek bile olsa, birinin, kimbilir belki de birilerinin gözyaşında kurumaya...



Bu haftanın şarkısı da bu olsun :)

Cuma, Ağustos 5

Dövmeli Deli

Çizmeli kedi öldü! Yaşasın Dövmeli Deli!!

Öyle Kendini Dinleyen bloğu falan hepsi bahane. Artık içimdeki gerçek beni ortaya çıkarmanın vakti geldi. Ben dövmeli deliyim. Çizmeli Kedi’yi ben öldürdüm. 19.Yüzyıldan beri gıcık oluyordum zaten. Benim tonlarca para verip geceler boyu hayalini kurduğum, yastığımın altında sakladığım GucciMucci marka çizmelerimden daha güzel çizmeleri olduğu için hasetimle fesatım birbirine girdi, diazem almadan uyuyamaz oldum. Rüyalarıma  çizmeleri giriyordu. Pis kedi!

Öyle bön bön bakmayın. Ne yapayım, kıskandım. Üstelik kendine yaptığı pelerini de kampanyadan almış, %80 indirimli ürün. Biz burada avuç içi kadar giysiye kamyon yüküyle para bayılalım, bir alıp sekiz ay taksitle ödeyelim, elin ortaçağ kedisi MangoZango’dan üç kuruşa misler gibi giyinsin kuşansın.. Yok öyle!

Geçen sabah uyandığımda gene aklıma çizmeleri düştü. Gözlerim kan çanağına dönmüş gibiydi. Çizmeliyi kıskanıyordum. Rüyalarımda bana dil çıkarıp ‘’kabaramazsın kel Sibel benim çizmelerim güzel seninki çirkin’’ diyordu.  İntikamımı aldım mutluyum. Çocuklar gibi şenim. Ohhhh çatla da patla çizmeli, sen artık bir çöpsün.

Dün sabah kahvaltımı ettim, (sahanda yumurta az pişmiş, zeytin, çay ve sunta krakeri) sonra da soğuk meze niyetine yiyeceğim intikam planımı hazırladım. Tibet’in zaman makinasına girip 1897’ye gidecek ve o çizmelerini kafasına geçirip geri dönecektim. Ama onun çizmeleri ünlüydü. Hem de daha güzeldi.


Offf yaaa offf! Benim de bir simgem olmalıydı. Ben de gidip dövme yaptırdım. Kediler anka kuşlarından korkarmış öyle duydum, ben de gidip sağ omuzuma anka kuşu dövmesi yaptırdım. Kabaramazsın çizmeli, dövmem güzel sen çirkin... kahvaltı masasını toplamadan bırakıp zaman makinasının içine girdim. Girmeden önce fön de çektim. Elin ortaçağlıları beni bakımsız görmesinler. Kızıl saçıma da pek yakıştı. Çizmeli’nin saçı yok ya ooohh çatlasın!

1897 ye gelince müsati bir yerde indim. Karşıma çıkan ilk insana nerde o yellozzz diye sordum gösterdiler evini. Evden çıkınca yakaladım, bi güzel çizmelerini çıkarıp kestim. Sonra da çamura attım. O artık çizmesiz alelade bir kediydi. Ben ise çizmeleri daha güzel dövmeli deli. Kalabalık toplandığında batan güneşi arkama alarak bir kayanın tepesine çıkıp çizmelerimi halka gösterdim. Halk çok beğendi. Dövmemi de. Beni çılgınca alkışladılar. Sağolun varolun anacım..

Zaman makinasına girip eve döndüm, duş aldım çizmelerimi giyip ofise gittim. Ofis arkadaşım Şaziment çizmelerimi çekemiyor biliyorum. O şaşı gözleriyle üç kere çizmelerime bakarken yakaladım. Eh bu çizmelere bişey olsun ben o masandaki laptobu sarı kafanda paralamazmıyım zilli...

Çizmelerim benimmmm..Güzel çizmelerim... Muhteşem dövmelerim....
Sizi seviyorum muck muck muck !

Not : Bu yazıyı benim adıma yazıp beni cümle bloggerlara rezil eden çizmesiz manyak Syrakusa, elbet bulurum adresini kıstırırım tenhada, bu fotodaki çizmeli gibi bakar kalırsın! bittin oolum sen!

Perşembe, Ağustos 4

Bilinmezliğe

 
Elele ağaçlı rampa yolda yürüyorlardı. Yoldan o sırada hiç araba geçmiyordu ve ağaçların hışırtısı ortama o kadar güzel bir huzur yayıyordu ki; hala nasıl bu kadar huzursuz hissettiğine anlam veremiyordu. Aslında bu duyguya tam anlamıyla huzursuzluk diyemezdi ama isimlendiremiyordu bir türlü.

Bu ana kadar sürekli dilde olan, resmiyete dökülmüştü artık. Yoksa bu zamana kadar inanmamış mıydı gerçekleşeceğine? Belki de öyleydi. Bir çok hayalinin, olmasını istediği bir çok şeyin gerçekleşmemesine, kendi isteklerini başka ihtiyaçlar yüzünden geri plana atmaya o kadar alışmıştı ki, bunun da gerçekleşeceğine inanmamış olma ihtimali yüksekti.

Dönüp Cezir’e baktı. Yüzündeki sakinliğe rağmen, onun da çok düşünceli olduğuna kanaat getirdi. Kendisi gibi mi hissediyordu acaba?

Artık her şey somutlaşıyor. Laftan çıkıp gerçeğe döküyoruz. Yakında resmi olarak karı-koca olacağız.
Kısa bir sessizlikten sonra devam etti : “Hiç bu noktaya geleceğimizi düşünmüş müydün? Seni de benim gibi korkuttu mu bu durum?”

Cezir’e hep dürüst olmuştu bugüne kadar o yüzden bu cümleyi kurarken onun kendisini yanlış anlayacağını hiç düşünmemişti bile.

Cezir gülümsedi. “Korkuttu diyemem ama bir an için yüzüme tokat yemiş gibi hissettim açıkçası. Korkuttu diyemem çünkü evlenmemizin yanlış olduğunu düşünmedim hiçbir zaman.  Ama bir an için “evlilik” ismi beni ürküttü doğrusu. Şimdi düşündükçe komik gelmeye başladı bu durum.”
Bir kahkaha attı “Med, yoksa artık benimle evlenmek istemiyor musun?”
“Hayır, hayırr! Tabi ki istiyorum ama sanırım aslında hissettiklerimi sen daha doğru cümlelendirdin. “evlilik kurumuna” olan bir ön yargı demek daha doğru sanırım.”

Gülüştüler...

Birbirlerini anlamış olmanın, duygularını ortaya koymanın ferahlığıyla, sarmaş dolaş, yolun tadına vara vara çıktılar rampayı...

Önceki bölümler için tık tık...

Fotoğraf internetten alıntıdır.

Çarşamba, Ağustos 3

Benim yerime

Hem çok yazasım var... hem de hiç elim gitmiyor...

Biriniz benim yerime yazsanız ya bugün...

Vallahi...

Karalayıp atsanız bana bir şeyler... Ben de yayınlasam burada...

Çok keyifli olur ;)

Yapar mısınız?

Hadi hadi, yapın! N'olurrrrr! :)))))

Pazartesi, Ağustos 1

Huzur

Tatil tatil gibi geçmemiş olsa da, işten, buradan uzaklık, Tibet'le başbaşa kalmak iyi geldi. Kendimi huzurlu hissediyorum.

Son günlerde ruhuma çok iyi gelen şarkılar var. Dönüp durup onları tekrar ve tekrar dinliyorum.
Artık her pazartesi Ruhuma hitap edenler köşesi yapayım diyorum :)

Açılışı "tatil dönüşümün şerefine" son günlerde en severek dinlediğim bu şarkıyla yapayım.
Size de iyi gelir umarım...